Genelde olayları bir kaç hafta sonra yazmayı başardığım için doğru tarihlerinde post ederdim, ama bu sefer o kadar geriden geliyorum ki şimdiki zamana yazıp doğru tarihleri vermekle yetineceğim.
Oturma iznini beklemekle geçen aylar, üzerine tr gezisi derken ilk yurt dışı gezimizi 17 Temmuz itibari ile Lozan'a yapmayı başardık. Daha önce defalarca dediğim üzere, burası güzel memleket, elinizi çabuk tutarsanız her yere ucuza bilet bulmak mümkün.
Efendim gezimizin anlam ve de önemi Onurcemleri ziyaret etmek.. Gençlerimiz evlendi evlenmeye de ev tutmayı başarmaları biraz uzun sürdü. Ama sonuç oldukça başarılı, müstakilden hallice bir ev, kocaman bir bahçe, bahçenin köşesinden de doğru açıyla baktı mı gölü görmek mümkün. Buraya daha sonra tekrar değineceğim.
Baştan almak gerekirse: uçağımıza atladık, kafayı yana çevirmemle dibimde motoru görmem bir oldu. Tamam gördüğüm en küçük uçak olma ünvanını almıştı zaten ama yıllardır kanadın üstünde yolculuk eden bünyem gördüğü manzarayı yadırgıyor. "Ucuz havayollarıyla seyahat edersen olacağı bu" diyen arkadaşlar için bunun THY ye eş, tarifeli biruçak olduğunu belirtmek isterim. Neyse 1 saat 20dk lık kısa bir uçuş sonunda Cenvere'ye vardık, burdan Lozan'a trenle geçiyoruz..
Gezi boyunca en çok dalga geçtiğimiz olay Kerem'in havanın içine etmesi olduğuna değinmeden geçmemek lazım. Haftalardır günlük güneşlik ve 30 derece olan Lozan da nedense 3 gün boyunca sağanak yağmur yağdı. Kendisi her ne kadar reddetse de gerek diğer gezileri gerekse daha önceki Lozan çıkartmalarının hiç birinde gölün karşısındaki kocaman dağı görmeyi başaramamış olması onu bir numaralı zanlı yapıyor. (İnşallah kışın kayağa gittiğimizde de tipiye yakalanmayız sayesinde)
Durum böyle olunca ilk gün mangal planları yalan olduğundan şehri dolaşmaya çıktık. Yanıma o gün kamera almayı akıl edemediğimden dolayı bir tane bile gece fotoğrafım yok yanarım yanarım ona yanarım.
İkinci gün Montreaux'a gidelim dedik, hazırda da caz festivali var. Muhteşem havadan dolayı şehir bomboştu, Onur'un geçen sene millete omuz ata ata anca ilerleyebildiğini iddia ettiği sokaklarda biz elimizi kolmuzu sallaya sallaya dolaştık. Konser, sokak sanatçısı falan hak getire. Ama bakın yolda uyanık gençlerimizin başına neler geldi.
Öncelikle bu İsviçre denilen memlekette tren biletleri çok pahalı. 40dk lık yola 20€ falan istiyorlar, hatta ben Zürih'e Seda'yı ziyarete gideyim dedim 100€ yu geçtiğinden (Belçika'dan gidip gelmek daha ucuz valla) kısmet olmadı falan. Oranın yerlisi de 1/2 indirim kartlarını kullanıyor. Nihal'e de gelince almışlar, geçici kartın süresi bitmeden aslı gelmiş, birini biz kullanırız o zaman dedik bileti aldık. Onur'un dediği trende bilet kontrolü var ama kimlik kontrolu yok.
Neyse kondüktör abla geldi, biletlere baktı bana kimlik sorası tuttu. Valla billa gene kerem'in cenabetliği, iki de iki. Ben dedim yok. Teyze saymaya başladı, ehliyet, cık, kredi kartı cık, ne derse cık.. Sanşımıza mı diyim artık ne diyim abla ingilizce bilmiyor, ben fransızca anladığımı çaktırmıyorum, onur arada tercüme yapıyor gibi ama aslında salağa yatıyor. Sonunda kadının kafasını karıştırmayı başardık, bi dk dedi gitti, ben de o arada yanımda ismim yazan ne varsa kaldırdım kaldırmasına ama biz Montrö'ye geldik kadın geri gelmedi. Indik beklemeye başladık, kaçmasına kaçalım diye düşünsek de 1/2 kartı kadında olduğundan sahibini öyle ya da böyle bulur. Artık cezayı kırışırız naapalım diye düşünüyorduk ki, abla bir daha kimliksiz binmeyin diyip indirim kartını yırttı, bizi de serbest bıraktı.
Başka ne yaptın derseniz. Günler sonra havanın açmasını fırsat bilerek mangalımızı yaptık. Bisikletle dolaştık, göle gittik kayığa bindik, parkta oynadık, öğlenlere kadar uyuyup bol bol dinlendik.. IKEA sız da olmaz tabi :) 6 gün sonunda da yuvamıza döndük.
skip to main |
skip to sidebar
0 yorum:
Yorum Gönder