RSS

İkinci muhteşem (!) haber

Bu sene tek dileğimin Erasmus bir 5 ay daha uzatmak olduğunu hepiniz biliyorsunuzdur sanırsam. Hatta LUAK ta senelik dilekler alınırken ben rota söylemek yerine "burada kalmak" dedimdi.

Lafı gelmişken bu güzel geleneklerini de anlatıyım adamların. Yılbaşı kokteylinde herkese soruyorlar: "bu seneki hedefin ne?". 6a, 5+, gitmek istenen bir dağ, herkes aklına geleni söylüyor, tabi ki bir bahis karşılığı. Bir kasa Leffe, bir kasa Duvel, bir şise viski, vs.. Sene bitip de dediklerini yapamayan arkadaşlar bu dediklerini getiriyorlar. Böylece ilk bir kaç hafta beleşe içki içebiliyorsunuz :))

Neyse efendim, bu kadar geyik yeter. Mete sağolsun, 2008 de henüz 1 hafta bile geçmemişken muhteşem haberi bizimle paylaştı:

****
Degerli Ogrenciler,

Bugun aldigimiz asagidaki sok edici haber nedeniyle tum ofis olarak uzuntu icindeyiz.

Ulusal Ajans'tan talep etmis oldugumuz yaklasik 317.000 Euro luk ek hibe ile, hem bahar donemi yerlestirilen ogrencilerimizin paralarini odemek; hem de su anda yurtdisinda olup uzatmak isteyen ogrencilerimize uzatma imkani vermek niyetindeydik. Ancak bugun ogrendigimize gore, Ulusal Ajans bize talep ettigimiz miktarin yaklasik yuzde 10luk bir kismini, yani 33.000 Euroyu tahsis etmis. Bu sadece bizim universitemiz icin gecerli degil, Turkiye'deki tum universitelere benzer oranlarda hibe tahsis edilmis. Bu durumda, cok uzulerek belirtiyoruz ki, asagidaki tablo ortaya cikmistir:

1) Su anda yurtdisinda olan hic bir ogrencimize uzatma imkani verilemeyecektir.

2) Bahar donemine yerlesmis 98 ogrencimizden sadece yaklasik 40 tanesi degisime gidebilecektir.

2) Bahar donemi icin mayis doneminde yerlestirilmis ogrencilerimiz gidemeyecektir.

3) Mart doneminde bahar donemi icin yerlesmis ogrencilerimiz arasinda not ortalamasina gore siralama yapilacak ve yaklasik 25 ogrencimiz bu secimden degisime gidemeyecektir.

4) Bu secimler sonucu degisime gidemeyen ogrencilerimizden hibesiz olarak degisime gitmek isteyenler olursa gidebilirler.

5) Bu sene yerlestirildikleri halde, degisime gidemeyen ogrencilerin onumuzdeki sene yerlsedtirildikleri okula gitmeleri, yani haklarinins akli tutulmasi konusu, Ulusal Ajans ile goruslmektedir.

****

Yakın zamanda hiç daha çok üzüldüğümü hatırlamıyorum açıkcası. İnsanın 27 senesini geçirdiği yerden ayrılması milisaniyelerle ölçülürken, henüz 3.5 ayını geçirdiği yere deli gibi bağlanması ne kadar ilginç di mi?

Yeni yıl kutlamaları...

Çok çılgın olacağını beklediğim kutlamaların oldukça sönük geçtiğini belirtmek isterim. Christmas geldiği gibi, her yer tatil olduğundan, ucuza uçak bulabilen yabancı öğrenciler memleketlerine, belçikalılar da her hafta sonunu geçirdikleri analarının evlerine döndüler. Bir anda şehrin 20 olan yaş ortalaması da oldukça arttı bu dönemde :) Bir hafta kendi kotumda tek kalan bendim hatta, pek de şikayetçi olduğumu söyleyemiycem o ayrı... Neyse ki korkulan olmadı ve bu insanların bir kısmı 31 Aralk a kadar döndüler.

Gelelim ne yaptığıma. Erkenden kendimi sokaklara atmanın anlamsız olduğuna karar verip, biraz da yılların alışkınlığının da etkisiyle, yemeğimi yiyip muzik ve sarap eşliğinde odamda bir süre yayıldım. 11 e doğru bisikletime atlayıp yollara düştüm demek isterdim ama ilk yeni yıl hediyemi patlak bir lastik olarak aldığımdan, Selda'yı da toplayıp tabanvay usulu hedefimize doğru ilerledik.

Kızılay'ın, Taksim'in kalabalığına ve de şaşasına alışkın olan bünyemiz sakin kalabalıkçığı görünce biraz afalladı. "Parti nerde?" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Hatta adamlar o kadar sakindiler ki yeni yıla girdğimizi anca atılan havai fişeklerden anladık, zira kimse lütfedip de bas bas 10..9..8.. diye saymadı. :))

Paris yine yeniden

Evet efendim, yazımıza kısa bir hatırlatma ile başlayalım. Paris'e gitme sebebim Lars'ın doğumgünü olması ve benim geleceğime dair söz vermemdir. Yoksa kesinlikle mazoşist ya da ruh hastası olmadığımı belirtmek isterim.

Kendimce bu geziye fazlasıyla hazırdım ama. İlk önce Yann'ın hastanesinden ödünç almayı planladığımız tekerlekli sandalyeden vazgeçip, fransızlarımızın el birliğiyle tekerli sandalyem çoktan kiralanmıştı. "Ne kadar zor olabilir ki?" diye düşündüm, bütün gün oturcaktım alt tarafı... Yerinde sabit durma özürlü bir insan için çok kolay olmasa da rahat olmalıydı. Ama yanılmışım.

Buluşacağımız gruptan Paris'e ilk varan bendim. Normal şartlarda sokaklarda dolaşmak ve çılgın gibi fotoğraf çekmem gerekirken, ben zıplaya zıplaya Marie'nin evinin yolunu tuttum. Neyine lazım gezmek senin, kır kıçını otur diye düşünüyorum tabi bi yandan da. Tekerlekli sandalyem ise benden biraz sonra, ertesi sabah, aynı eve ulaşacak. Lars'lar evde asansör var diye host değiştirmeyi teklif etseler de kabul etmedim.

Neyse, akşam oldu Marie scooterla beni Bertrand'a bıraktı, vs.. Eleman akşam arkadaşlarıyla buluşcakmış, olur gidelim dedim. Gidiş metroyu yakalamayı başardığımızdan dolayı çok kolaydı, gel gör ki dönüş son metroyu kaçırmamızdan dolayı işkenceye dönüştü. Bizim eleman ev yakın dedi ya, yürürüz dedik :)

Tabi 10 dk sonra, aldığımız yola da bakaraktan sandığımızdan uzun süreceğini anlamamız çok uzun sürmedi. Bu arada yolda bir taksi durağını da geçmiş bulunduk. Medeni memleket ya, öyle elini sallayıp, her yoldan geçene atlayıp gidemiyorsun!! Neyse, ilerde bir tane daha vardır elbet diye düşündük ama git babam git yok... Tabi bu arada zıplamaktan kan ter içinde kalan ben soyunmuş askılıyla gezinirken, çocukcağız montuna sarılmış tir tir titriyor. (Kazak ve deri montla o kadar üşümeyi nasıl başardı o ayrı bir soru ama) Dedim "sen git, ben yavaş yavaş gelirim", bir türlü kabul ettiremedim. Doğal olarak eve varmamız bir saati rahat bulmuştur.

Ertesi gün büyük gün, sandalyemle buluşcam.. Ve kendisine tam olarak Concorde da kavuştum. Gezinin ayrıntılarını zaten önceki yazımda yazdığımdan burda tekrar değinmeyeceğim. Gelelim Paris le ilgili 180 derece değişen fikirlerime:

Sözde modern geçinen bu insanların nerdeyse hiç bir istasyonunda asansör olmadığı yetmezmiş gibi yürüyen merdiven bile lükse kaçıyor. Olanlar da ya calışmıyor ya da sadece yukarı doğru, sanki asağı inmek cok kolay ya! Zaten 10 trenden biri calışırken metroya binmek ise ayri bir maharet gerektiriyor. Nispeten bos bir şey gelecek de kendinizi atacaksınız, sandalyeye yer bulacaksınız (insanlarin yer vermesini ise hic ama hic beklemeyin). Türklere çamur atanlar bir dönüp kendilerine baksınlar açıkcası. Yardim etmelerini beklemesem de yoldan çekilmek yerine sandalyenin onlara yol vermesini ya da yolunu degistirmesini bekleyen garip insanlar hiç de azinlikta degiller. Kaldirimlar çok dar, engelli ve engebeli, yola iniş kısımları uçmanızı gerektirecek kadar yuksek.

Sonuç olarak üç günün sonunda herkes hastabakıcılık konusunda epey uzmanlaştı. Yann ların evine giderken treni kaçırdığımızda sırayla sandalyeye oturup artistik hareketler sergilendi. Bana gelince soğuktan kıçım dondu... Kolay kolay beni kazak üstü polar, onun da üstüne yağmurluk giymiş, bereyi de takıp kaplumbağa gibi büzüşmüş göremezsiniz hani. Hele de normalde tshirtle gezinebileceğim bir havada :))

Leuven'e dönüp yuvama geri kavuştuğumda kaç gün odamdan çıkmasam açlıktan ölürüm acaba diye düşünmedim değil. Zira parmağımı oynatacak halim bile kalmamıştı, allahtan bir gün sonra güzel mor alçıma kavuştum da bu işkence bitti.

Belçika sağlık sistemi

Turkiyeden gelen biri icin Belçikanın son derece garip (rahat demek daha dogru olacak) saglik sistemine sahip olduğunu söylemek yerinde olacak sanırsam.

Benim bildiğim acile gidersin, beş dakika geçmeden seni içeri alıp ilgilenirler. Ancak bu sefer acildeki hemsirenin benden onceki hasta ile uzun uzun muhabbet etmesi, muhabbeti bitince biraz bilgisayarda oyalanip kendisini cagirmasi sonucu yarim saat sonra da olsa ilgi gormeyi anca başardım. Hastane kaydi yapilirken ne kimlik ya da herhangi bir belge sordular. O anda insan "kendi adımı söylemesem miydim" acaba diye düşünmedim desem yalan olur.

Neyse efendim, şöyle bir muayene ettiler, ne olduğunu sordular, sonra da hadi siz röntgen çektirin diye elimize bir kağıt tutuşturdular. Röntgen için de bir süre bekledik, tabi bunda bizim yanlış kapı önünde durmamızın ve kimsenin uyarmasının da payı var. Sonra aşağı inip sonucu beklemeye başladık. E tabi arada öğlen olduğundan doktorun gelmesi için yemeğini bitirmesi, üstüne kahve içmesini yaklaşık bir saat beklememiz gerekti. Ölüm döşeğinde değiliz ya, çok acil değil :)

Sonrası buyrun sizi alçı odasına alalım. "aha sıçtık". Neyim olduğuna gelirsek, bizim anladığımız kemiklerimden biri yer değiştirmiş, ama bu nasıl olur diyorsanız en ufak bir fikrim yok. Alci bittikten sonra da kafalarina gore bir randevu verip gonderdiler. "Borcumuz nedir" diyince de, "biz bir aya evinize gondeririz" diyip yolladılar.

Muhtesem hastane diyaloglarimdan da bir kac kesit aktarayim size:

1-randevu uymadigi icin degistirmek istedim, ama acildeki abla biz burdan degistiremiyoruz, eve gidip randevu servisine telefon edin dedi. dialog aynen su sekilde gerceklesmistir.

- iyi günler, bana ayın 10 nuna randevu verildi ama o gun ülke dışındayım, bir kaç gün sonrasına almam mümkün mü?
+ peki, o zaman ayın 17 sine alalım randevunuzu
- ben bi hafta fazladan geçici alciyla yaşayamam, bir hafta sonra gel durumuna tekrar bakıp karar verelim, alçıyı degistireceğiz dediler
+ iyi de randevunuz olan doktor bir tek pazartesileri geliyor
- koskoca hastanede baska doktor yok mu demek istiyorsunuz?
+ var ama sizin randevunuz onla
- zahmet olmazsa ben baska doktor alayim daha yakın bi tarihe
+ hmm.. peki

Bu olayda benim en çok hoşuma giden olay alçımın değiştirilmesi kısmıydı. Yarım alçıyı çıkardılar, bir dene bakalım yürüyebiliyor musun dediler. Tabi ki olmadı. Zaten bütün bileğime ve ayağımın altındaki iç kanamayı görünce ben "nah yürürsün kızım" diye düşündümdü. Neyse, bunun üzerine "Ne renk alçı istersiniz" diye sordular. "Nasıl ya, seçebiliyor muyuz?" diye dumur bir şekilde kaldım. Tabi diyip karşıya dizilmis kutuları, gösterdiler. Kataloglarında nerdeyse her renk, hatta bebeler için desenli alçı bile mevcuttu :) Benim seçimim tabi ki tarışmasız mor!

Velhasıl 1 ay alciyla gezdim, alci ciktiktan sonra bir ay daha gecti ama fatura hala gelmedi. sonra basimiza dert olacak bir gidip de sorayim dedim.

- ben hastaneye geleli 2 aydan fazla oldu ama hala fatura gelmedi
+ cok doğal, aceleniz ne ki?
- hani 1 ay sonra ulkeyi terkediyorum da sonra ödemedi demeyin
+ bi bakalim dosyanıza, ocak sonuna doğru göndermeye calışırız.

türkiyede hastane faturasini ödeyemedigi icin hastaneden aylarca cikamayan insanlar oldugunu dusununce hakkaten bir garip.

Fountainebleau ile ilgili bilinmeyenler

Pek çoğunuzun bildiği üzere yerimde durmayı başaramadığımdan taaa Fountainbleau ya kadar gidip ayağımı dağıtmayı başardımdı. Bilmeyenler için tırmanırken düşüp (ah be kayanın üstüne bir tutamak niye koymaz ki insan), minderi ıskalayıp ayağımın üstüne konmayı başardım. Burdan pek çok insanın çıkaracağı hayat dersi tehlikeli işler yapmıyoruz iken benimkisi ise erkeklere bir kez daha güvenmiyoruz maalesef. Ne alaka demeyin, teorik olarak beni tutmaları ve düşüşü yavaşlatmaları gerekiyordu. Ayrıca ben düştükten 5dk sonra başlayan yağmura bir kez daha saygı ve de sevgilerimi iletiriyorum, zira biraz daha erken teşrif etseydi ben de bu tecrübeyi hiç yaşamamış olacaktım.

Bir süre yerde hareketsiz kalan ben, sonra arabaya doğru sekerek de olsa yürümeyi başardığımdan sadece burkulduğunu düşünüyordum. Yolda ağrı yapmaya başlayınca obsesif bir biçimde "ben alkol istiyorum" diye tutturdum. Hans'ın sonunda bir mola yerinde durmasıyla amacıma ulaştığımı sansam da hüsrana uğramam çok uzun sürmedi. Zıplaya zıplaya gezindiğim markette alkolden eser yoktu, biraz ilerdeki lokantada vardır diyip oraya yönlendim ben de. Ama gıcık fransızlar yemek yemezsen şarap da alamazsın diye inat ettiklerinden, "canım acıyo, ağrıyı hafifletecek bir şey lazım" diye ne kadar ısrar ettiysem de bir işe yaramadı. (Kibirli şeyler noolacak!) Bana da boynumu büküp arabaya geri dönmek düştü.

Akşam Leuven'e vardığımızda yürüyemiyceğime karar verip kendimi eve bıraktırdım. Yatayım sabaha bir şeyciğim kalmaz diye de ayrıldım, odama çıkıp yatağıma kıvrıldım. Bundan sonra ilk hatırladığım gecenin üçünde terden sırılsıklam uyandığım ve ayağımı (dolayısıyla bacağımı) oynatamadığımı farketmem. Sabah olsun Eralp i arayım beni hastaneye götürsün diye düşündüm, sabaha kadar idare edebilmek için de bi Vermiddon alayım dedim. Gel gör ki yatakta doğrulup ilaca ulaşmak ne mümkün.

Her zaman ayak altında dolaşan Adi'nin sesini duyduğumdan ona mesaj attım, ama her erkek gibi kendisi de sikinin peşinde koşmakta olduğundan sallamadı. Ertesi gün beni gördüğünde "kusura bakma, önemli bir tartışmanın ortasındaydım" diyor bi de yüzsüz yüzsüz. Sonuç olarak iş başa düşünce benim yatay pozisyondan dik hale geçmem ve biraz ilerdeki ilaca ulaşmam 45dk kadar sürdü. Bi tane içtim yattım, bir değişiklik yok... 1 saat geçti 1 tane daha attım, hala bir değişiklik yok... Ben de uyuyamıyorum bari Coupling izleyim diyip sabaha kadar bir sezonu bitirdim. :)))

Yeniden başlamak

Yılbaşından beri (ki an itibariyle 5 ay 5 gün 9 saat 57 dakika) yazı yazmadığımı farkederekten, artık da geri dönmenin rahatlığıyla kendi güvenliğim açısından yazmadıklarımı ve vakit bulamadığımdan yazamadıklarımı unutmadan paylaşayım dedim. Hem benim için de eski güzel günleri bir anmak olur.