RSS

Alpinist gençler

Sevgili üniversitemizin LUAK isminde bir outdoor klubü var, perşembe akşamı ona uğradım (her hafta 10pm de buluşup içiyorlar da odalarında). Hem tekrar tırmanmaya başlamak hem de Ahu'nun vasiyeti olan eli yüzü düzgün tırmanıcıyı bulmak üzere yola çıktım ama tabi ki buraya geldim geleli yerleşen her yere geç kalma adeti gene beni yalnız bırakmadı.

10.30 sularında gitmeyi başarıp, topluluk kapısına benzetemesem de zili çaldım. Biraz sonra pijamalı, hafiftan şarap kokan bir teyze bana kapıyı açtı. (Bu arada dipnot -ben de yeni öğrendim- buranın insanı akşam yemeğinde su yerine şarap içermiş, sanırsam bu da aynı zamanda neden süpermarketin kalanı kadar şarap reyonları olduğunu açıklıyordur) Neyse diyologun kalanı söyle ilerliyor..

- eee, yanlış geldim ben galiba
- nereye bakmıştınız?
- 25 numara ama burda bir grup insan olmalıydı ama ev gibi duruyor
- nasıl bir grup bakmıştınız..
- kem küm
- yanı tırmanıcı mı, müzik mi?
- ha tırmanıcı
- tam karşıdaki arada sağdaki kapı
- teşekkürler, kusura kalma bacım (içimden-oh be allah razı olsun)

muhteşem ingilizcemle arda dalga geçmesin diye diyaglog türkçe olarak aktarılmıştır..

Neyse geç kaldım diye içeri girince gördüm ki topu topu bir avuç insan var, onların hepsi de dutch. Envai çeşit olan koltuklardan birine yerleşip dia gösterisini izlemeye başladım. Bir yandan da öksüz evlat gibi insanlara bakıyorum. Neyse allahtan bir önceki gün konuştuğumuz ve çağıran oğlan yanıma geldi de konuşmaya başladı, sonra bir arkadaşı daha geldi de böylece geceyi eğlenceli bitirebildik.

Biraz da tırmanışla ilgili bilgi. Bizim gibi bir sene süründürmek yerine yeni gelenleri hemen alıp kayaya götürüyorlar, 3 gün süren bir başlangıç eğitimleri var. doğru anladıysam ilk gün top rope, ikinci gün lider, son gün bouldering yaptıktan sonra teorik eğitim veriyorlar. Sınav yok, etkinliklere katılım zorunluluğu yok, canın istediğinde takıl şeklinde. Ama belçika (avrupa da olabilir) dağlarında tırmanmak için özel bir sigorta şirketine de üye olmak gerekiyormuş (80€ civarı). Ama boulder serbest. O yüzden ben içerde kalcam, Bir türlü iyileşmeyen bacağım izin verirse duvarla şansımı deniycem.

Gecenin en faydalı feedbackine gelirsek, bizim türk arkadaşarın bahsedip durduğu ama benim evime yakın olduğundan başka konumuyla ilgili bilgi edinemediğim bir kebapçı vardı. Tırmanış duvarını tarif ederken, yol üstünde "Nemrut" var, buranın en iyi kebapçısı dediklerinde nasıl sevindim anlatamam. Gavur olmasalar yapışıp öpecektim öyle diyim :p

Microdalgada sosis

Ilk görüşte televizyon sandığım ve kapağını açmak için 2dk uğraştığım ikinci microdalgamızın crisp opsiyonu varmış. Ben birazdan aşağı inip denerken sizi arkadaşın zeka ürünü yorumuyla başbaşa bırakıyorum:

"bugünkü deneyimizde micro dalgaların sosis üzerindeki füzyon etkilerinden oluşturacağımız denklemlerin normal koşullar altında asimetrik quantum fiziğiyle olan ilişkini araştırcaz."

Müzik

Dikkatsiz arkadaşlarım için bir hatırlatma geçeyim. Sağ tarafta görmekte olduğunuz last.fm player çalışmaktadır. Kendi playlistimi hazırlayamayacak kadar tembel olduğumdan şimdilik komşularımla idare etmek zorundasınız ama gayet iyi çalıyorlar bence. Sonuç olarak öyle oturup boş boş okumak yerine bi yandan da müziğin tadını çıkarın!

Oturma izni

Amlamsız bürokrasiler ülkesine hoşgeldiniz.. Efendim prosedür söyle işliyor, önce okula kaydoluyorsunuz, sonra belediyeye gidip oturma izni için başvuruyorsunuz. Bu arada bir eviniz de olmak zorunda tabi ki ve bunları 8 gün içinde yapmak zorundasınız. Sonra bir polis amca gelip gerçekten orda yaşıyor mu yaşamıyor mu diye bakıyor. Neyse benim amca büyük bir başarıya imza atarak bütün gün evde olmama rağmen arada çıktığım kısacık zaman diliminde gelmeyi başarmış. Sabah bilmem kaçıncı uykumu uyurken kapımın altından bir kağıt atılınca öğrendim.

gelieve u aan te bieden op ons bureel. Wie stellen U volgende afspraak voor:

Maandag,dinstag,woensdag en vrijdag van 13.30 tot 16.00 uur
Donderdag ................................ van 14.00 tot 20.00 uur
Zaterdag voormiddag ................... van 08.30 tot 12.00 uur

indien deze afspraak U niet schikt, gelieve dan telefonisch een andere afspraak te regelen. Gelieve deze uitnodiging mee te brengen, evenals.

Iyi de bu işkenceye bir tek yabancı öğrenciler maruz kalırken bu zımbırtı niye Dutch?? Tahminim bir dahaki randevuyu ayarlamak icin su saatlerden birinde ofisimize gelin, gelemiycekseniz de bir telefon edin de ayarlayalim. Gelirken de bu kağıdı getirmeyi unutmayın!! Birazdan çıkcam bakalım doğru mu anlamışım :P

ps: 2 haftadır burdayım hala bir bok anlamıyorum dediklerinden, haftaya kurs başlayacak o da olmazsa sinirlencem

Telefon

Bir kısmınıza dediğim üzere artık bir Belçika numarasına sahibim.. BASE diye bir firma biz yayılmacı türkler için ay-yıldız diye bir tarfie yapmış, Deniz ilk başta benle dalga geçiyor sandım ama hakkaten hattın adı bu, diyince de gayet güzel anlayıp verdiler, hatta destek hattı da türkçe. Taciz etmek isterseniz +32 484 571 785 den ulaşılabilmekteyim.

Microdalgada Menemen

Olmaz diyenlere sevgiler :))



Malzemeler

2 adet biber
1.5 adet domates
2 yumurta
isteğe göre yağ ve tuz

Hazırlanışı

Biberleri yağ ve tuzla birlikte 350 watt da 3dk fırınlayın. Üstüne minik küpler halinde doğranmış domatesleri de atıp 500 watt da biraz daha bekletin (domatesler kendini salana ama sularını kaybetmeyene kadar). Sonra yumurtaları kırın ve iyice çırpın 4-5dk daha 600-750 watt arası bir yerlerde pişirin. (en geç 1.5 dk da bir çıkarıp karıştırmayı unutmayın yoksa menemen keki olacak sanırsam)

Ps: Muhteşem ısı ayarlarım kafama göre bunu da deneyelim bakalım noolcaktan kaynaklanmaktadır :) Hayatımda daha önce microdalga mı görmüşüm ki...

Brugge


Pangea -ki kendisi uluslararası öğrencilerin takıldığı bir nevi topluluk- bizi orientation günleri kapsamında bugün Brugge'e götürdü. Kanallarıyla ünlü Flaman bölgesinde küçük bir şehir. İnanılmaz sayıda turist ziyarete geliyor (onlarca otobus vardı), dolayısıyla aşırı kalabalıkve gürültülü bir şehir. Ben susuyorum fotoğraflar konuşsun (bkz:flickr)

Bira nedir ne değildir?

Hepimizin bildiği üzere Belçika bira ve çikolata memleketi. İkinci kısmı bağımlılık yaratacağından henüz ilgilenmedim ama birincisi üzerinde yavaştan çalışmalara başladım. İddia ettiklerine göre Belçikada 500 den fazla çeşit bira varmış, bu mantıkla her gün bir çeşit içsem bitirmem zaten 1.5 yılımı alacak ki o kadar uzun süre burda değilim zaten.

Genelde vokta ve şarap takılıp birayı sevmemin en önemli nedeni aşırı yer kaplayıp az miktarda alkol barındırması (bkz: bira gobeği) ancak bu belçikalılar bu soruna da çözüm bulmuşlar ve %14 e kadar değişen alkol oranlarında bira bulmak mümkün. Işin güzel tarafı alkol oranı arttıkça CO2 oranı da azalıyor ve tadı daha bi güzelleşiyor (tabi zevkler ve renkler tartışılmaz)


Simdilik başarılı olduğuna inandığım biralardan birincisi "Duvel", tadı bizim biraları andırmakla beraber oranı %9. Ikisincisi ise %11 ile "Kasteel Brune", hafif tatlımsı bir bira (bana karamel gibi geldi)

Onun dışında bütün triple distilled yazanlar da gayet içilebilir geldi, ama yöre halkı emin misin, bak çok sert, sonra yerinden kalkamazsın gibi tepkiler veriyorlar ama anlamadım. Bana ilginç gelen aynı zamanda da güzel bir nokta da burda bütün biralar kendi bardaklarında servis ediliyor, yani yoldan geçerken birini gözünüze kestirip (unutmamayı başarırsanız) "ben bundan istiyorum" demek de mümkün

Nasıl oryente olunur?

Üniversitemiz bizim için her şeyi düşünüp ne yapılıp ne edilir diye bilgilendirme günleri düzenlemeye karar vermiş. Aslında gelenlerin büyük çoğunluğunun undergrad ve panik insanlar olduklarını düşünürsek, bana basit ve önemsiz gelen bir çok bilgi gayet hayati bir önem taşıyabilir.

Programimiza bakarsak neler vardı diye bir tane bilgilendirme masalarından oluşan sergi gibi bir şey, şehir turu (önceki 5 günümde zaten sokaklarda dolaşırken ezberlediğimden gereksiz bir şey oldu bir kaç ne nerde satılır, ne gibi atraksiyonlar olur dışında), fakültedeki diğer öğrencilerle buluşma ve akabinde içme, benim en eğlenceli bulduğum "A Dutch Survival Kit" ki kendisi kocaman bi anfide yapılan 1 saatlik mini kurs olur ve benim katılmadığım kültür şokuyla nasıl başa çıkılır, banka hesabı nasıl açılır, ya noolcak bur trafik kuralları ve hadi gidip spor salonunu görelim....



Partilere geçmek gerekirse perşembe akşamına Facebook tan bir elemanın düzenlediği "Thai Food" aktivitesi ile başladık. Buraya geldiğimden beri yediğim en iyi yemekti diyebilirim açıkcası, süper doydum. Hakkaten baharat seviyorum ben yaaa... Yandaki arkadaş ahçımız Jan

Ve diğer öğrencilerin bir kısmı



Ordan çıkıp toplucana international party e gittik. Biraz da orda tepindikten sonra 5 gibi evime ulaşmayı başardım. Uykusuz ilk gecemiz olarak kendisini burda tarihe geçiriyoruz. Unutmadan ekliyim ilk kez birisi bisikletle beni evime bıraktı :o

Duş Sorunsalı

Efendim, duşun ne gibi bir sorunu olabilir demeyin. Her sabah 1 dk suyun altında kalmakla bizden temiz olduklarını sanan muhteşem avrupalılar hayatlarının en büyük zevklerinden birinden mahrum kaldıklarının farkında bile değiller...

Zaten ortak olan ve kapı yerine bir perdesi olduğundan güzide banyomuzda yıkanmak büyük maharet ve muhteşem zamanlama gerektiriyor. Zira interrail sırasında uyuz olduğum çevirmeli musluk yerine koydukları garip bastıktan sonra su akıtan musluklar burda da mevcut :( Seçeneklerimizi söyle sıralıyoruz: ya iki elinizi birden kullanmaktan vazgeçip biriyle devamlı butona basacaksınız (ki doğru seviyeyi tutturmazsanız soguğa yakın bir su demek bu) ya da iki elle saçı yıkarken 3 sn de bir tekrar basacaksınız (ki benim tercihim)

"Aman canım evde yıkanmayız, beleşe spor kartı var gider keyfime bakarım" diye türk vari bir cin fikirle ortaya atıldımdı ilk banyomdan sonra (zira kışın suyu hiç soğumadığından ve her zaman gür aktığından dolayı hep ODTU nun spor merkezini evden çok sevmişimdir) ama oranın duşlarını görünce daha büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Geniş kare bir alan düşünün hiç bir bölmesi olmayan ve 3 tarafına dizilmiş aynı musluğa sahip duşlar, hem de soyunma odası manzaralı.... Öyle karşılıklı karşılıklı bakışıp yıkanıyorsunuz :p Hani bu avrupalılar ağda diye bir şeyin varlığından haberdar olsalar gene amenna da ben görmek zorunda mıyım kardeşim???

Belçika üzerine notlar

Şehir küçük ve sevimli. Genelde 2-3 katlı tuğla binalar var, merkezde daha büyük taştan yapılma, heykelli meykelli süslü binalar ve kliseler mevcut. Rahatlıkla ara sokaklarda kaybolabiliyorsunuz, ama eninde sonunda daha önce geçtigim bir sokakğa çıkmayı hep başardım. Tabi efendi efendi haritaya bakıp gitme opsiyonu da var ama bir yer aranmıyorsam ve acelem yoksa tercih ettiğim yöntem değil.

Burdaki insanlar bisiklet üstünde yaşıyorlar denebilir, sırtında kocaman gitarıyla, arkasında 2-3 yaşındaki bebesiyle ya da mini eteğiyle bisiklete binen tonla insan var. Yağmur mağmur dinlemeden de biniyorlar valla. Genelde kaldırımın yanında bir de özel yollar var ama yol olmayan yerde de hiç kimse sıkıştırıp ezmeye çalışmıyor açıkcası.

Hava geldim geleli güneşliydi, keten pantolon ve kolsuz tshirtle gezindim genelde. (normal halim niye yeni bir şey gibi anlatıyorsam) Dün öğleden sonra yağmur başladı, sanırsam bu sabaha kadar aralıksız yağdı. Burda ilginç olan bir iki nokta var... Birincisi çiselemiş olsa da hiç bir yer sel suya gitmedi ya da çamur olmadı. Buna inşaat haline olan her yeri kazılmış sokağımın girişi de dahil. İkincisi ise bildiğimiz yağmur kokusunu ben alamadım :( Kimle yaptığımız muhabbetti hatırlamıyorum ama sanırsam bizim yağmur kokusu sandığımız şey aslında sokaktaki toz toprak! Neyse denildiği üzere yağmur buranın vazgeçilmeziymiş, kar kış beklerken biraz hayal kırıklığına uğramadım desem yalan olur.



Yiyecek içeceğe gelecek olursak. Bildiğiniz üzere favori abur cuburum Kellog's Special K kırmızı meyveliydi. Tabi ki Belçika da olunca çikolatasız olmaz, aynısının bitter çikolata parçalısını üretmişler. En sevdiğim iki şey bir arada :)) Bir süre klasik kahvaltım olma özelliğini koruyacak sanırsam.



Bu adamlar bir de çeşit çeşit biralarıyla bilinirler. İlk fantastik denememi yol üstünde rastladığım makine tarafından işletilen bir dükkandan aldığım vişneli bira ile yaptım. Olsa da olur olmasa da olur bir lezzet benim için, ya da pembe bira kavramına henüz o kadar hazır değilim kim bilir? Alkol iskandinavyanın aksine ucuz burada, gene de hala çok içecek param yok!

Gelelim herkesin merak ettiği güzel insanlar nerede sorusuna... Efendim beklentilerimin aksine bu insanlar genelde kumral ve açık tenli olsalar da güzel ya da güler yüzlü değiller. Düne kadar olan zamanda toplamda bir tane çok güzel kız ve sıfır tane yakışıklı oğlan görebildim (okul açılınca oranın yükselmesini ümit ediyorum hala). Dün öğrenci kimliğimin yanında beleşe verdikleri spor kartıyla nereye girebilirim diye öğrenmeye çalışırken bütün hoş oğlanların fitness salonu civarında gezindiğini farkettim, artık üye olacaz yapacak bir şey yok :))) Ama önce 4 gündür ortalama 6-7 saat yürüdükten sonra varlığının bile farkında olmadığım ağrıyan kaslarımı bir dinlendirmem gerekiyor.

Onun dışında hatunlar (gençler) genelde at gibiler. Zaliha yanlarında kısa ve dal gibi kalır öyle diyim, bir de utanmadan nerdeyse hepsi topuklu ayakkabı ile geziyorlar. Bizim kokoşlar gibi sokağa çıkmadan bir kaföre gideyim de fön çektireyim diye bir adetleri de yok allah şükür. Hiç kimse makyaj yapmıyor, hatta çoğunluk kaşını bile almıyor ?!? Özet olarak ben bile buraya fazla bakımlı ve süslü kaçtım sanırsam. Bana laf sokan ve beğenmeyen arkadaşlara burdan selam ederim :P

Neyse şimdilik bu kadar, gidip salata yapıp yiyecem, ordan da günlerdir ulaşamadığım Erasmus kordinatörüme uğrayıp belediyeye kayıt yaptırcam. Yorum yazın, beni yalnız bırakmayın!!

Yolculuk + İlk izlenimler

Bildiğiniz üzere cimriliğim yüzünden yolu uzatmam sebebiyle gece 2 otobüsyle İstanbula doğru yola çıkıp, 10 civarı Atatürk Havalimanına varmayı başardım (Sabah trafiği malum) Erkenden postu işbankası lounge una atmak ve yiyip içmek gibi fantezilerim vardı ama kazın ayağı gözüktüğü gibi olmuyor maalesef her zaman. Sevgili KLM bankoyu 12.15 te açtığından bana göre uzun bir süre beklemek zorunda kaldım. (Benden sonra geleceklere tavsiye 5 varanıyla da rahat yetişilir, servis vermiyo adamlar uçağa binseniz de aynı paraya gelinir)

Havalimanı

Tahmin edileceği üzere kargalardan önce sıraya giren bir insan olarak check-in de ilk sıradaydım. Tam olarak aksiliklerin başladığı yer de denebilir. Daha önce takriben 3 saatimi telefon başında geçirerek KLM ye sorduğum üzere bir laptop çantası + 10kg kabin bagajı hakkım vardı. Ama ordaki görevlinin iddiası üzerine kabine sadece 1 parça alabilirmişim, ayrıca hepimizde olan laptop çantası da laptop çantası değilmiş, yandan sallanması lazımmış. (Şekilcilik diye buna diyoruz) Sonuç olarak apar topar laptopumu dağcı çantama atıp kendisini kabin bagajı diye yutturmayı başardım (birazda dırdırın yardımıyla tabi ki) Kalan bütün elektroniklerim de o teleaşta çıkarmayı unuttuğumdan tangur tungur bagajda geldiler. Sonuç: optik mouse bile çalışıyor ama telefonun şarj aletinin bir bacağı kopmuş!

Pasaport kontrolünü de atlattıktan sonra sırada beklerken tanıştığım Avustralyalı amcalarla birlikte gözümde tüten işbankası loungeuna sonunda ulaştım. Guruldamakta olan midemi susturduktan sonra Baileysleri yuvarlayıp kalan vaktimi geçirdim. Tabi yolun geri kalanı için bir kaç sandwich ve meyveyi çantama atmayı da ihmal etmedim.

Uçuş

Sanırsam küçük uçaklar gürültülü olmaya başalmış ya da son uçtuğumdan beri KLM nin kalitesinde düşüş var. Yol boyunca kafamı ütüleyen Pegasusun aksine sadece kalkış ve inişte olan sesin sebebi kanada yakın oturuyor olmam da olabilir tabi. Gene de uçakta yastık ve battaniye olmaması ve yemek diye soğuk bir makarna (salata sanıyodu kendini) vermeleri bence kabul edilebilir değildi. Baileysin ve önceki yorgunluğumun etkisiyle olacak ki yolun büyük bir çoğunluğunda uyuduğumdan bu kısma ait fazla bir anım yok.

Amsterdam

Benim için en heycanlı kısma geldik :) Zira Belçika + 1 transit schengen olan vizemle (ki transit havaalanından çıkşı yasaklar genelde) ülkeye girip giremeyeceğim büyük bir merak ve endişe konusuydu. Ama sevgili Dutch amcalar güler bir suratla ve hiç bir soru sormadan beni memleketlerine kabul ettiler.

Geçmeden eklemem gereken ufak bir nokta daha var. Amsterdamdan tekilamı alıp belçikaya öyle devam etmek istiyordum ama Schiphol den başka bir yere uçuşunuz yoksa alışveriş yapamıyormuşunuz, ama ben geldim hayvanım ordan da alcam burdan da gibi bahaneler işe yaramıyor yani. Sonuç olarak tekilasız kaldım buralarda. (Zaten çarpıyo beni :P )

Leyla için olan kısma gelelim. Tren istasyonu valizi alıp gümrükten de geçtikten sonra bir yerlerde, zaten danışmaya sorunca hemen gösteriyor. E-ticketi gösterince tren bileti veriyolar. Bizim bilette yazandan yarım saat önce de aynı yere giden bir tren var ona atlayabiliyorsun, daha az beklemiş olursun. Sonrasında 1. sınıfta güzel rahat bir yolculuk seni bekliyor.

İnmem gereken Antwerpen istasyonu ama karanlık ve allahın dağına benzeyen bir yer olduğundan kalayım ben burda, Brüksele kadar kondukör gelmezse devam ederim, ordan aktarırım dedim. Ama daha bir sonraki durağa gelemeden amcalar belirdi, allahan ingilizce biliyorlardı da derdimi anlatabildim. Ben o istasyondan korktum, Leuvene gitmek istiyorum, siz bilet kesseniz olur mu diyince "tamam" dediler. Yalnız normal şartlarda ilk bileti kontrol edecek adama bunu demek lazımmış, cezası varmış ama çok şirin olduğumdan mıdır nedir bana kesmediler :) Sonrasinda Brussel Nord da inip, peron değiştirince 1dk bile beklemeden Leuven treni geliyor, 15-20 dk sonra ilk istasyonda da iniyorsun zaten.

Leuven

İnince Deniz'i aradım, "sanırsam ben geldim" diye.. Sırıtarak geldi beni topladı istasyonunun önünden. Ben görmeyeli velet yapmışlar, sağolsun sevgili kuzenim bir şey demediydi. Yaratık ve sonraki 3 gecemi geçirdiğim sevgili koltuğum aha budur.



Cuma günü evden çıkıp kısa bir kampüs turu yaptıktan sonra şehir merkezine yöneldim. Başını sokacak yer bulabilesin diye "International Hosuing Service" diye bir hizmetleri var. Ordaki teyze bana 5 aylık odasını kiralamak isteyen insanların ve değişim öğrencilerinin bir listesini verdi. Tabi okul açılmadan 1 hafta önce gittiğim için liste oldukça kısaydı. Çok azı da benim önceden belirlediğim 200-250€ aralığındaydılar. Adamların telefonundan beleşe numaraları arayp randevu alabilirsonuz ama benim aradıklarım ya açmadılar, ya da kusura bakmayın tutuldu dediler. Orda bizim okuldan giden diğer kızla karşılaştım, onun 1-2 randevusu varmış onlara gittim ama hiçbirini beğenmedik açıkcası.

Şimdi evlerle ilgili biraz bilgi vereyim. Bu adamlar tuvaletle banyoyu aynı yere koymuyorlar, tuvalet dediğinse bir kişinin anca ayakta durabileceği genişlikte bir yer, ayna ve lavabo ise tuvalette yok. Öğrenciler için durum biraz daha kötü, banyoyu ve tuvaleti ortaklaşa kullanıyorsun, kiraladığın içinde lavabosu olan bir tane oda oluyor. Içinde kendi mutfakçığı ve buzdolabı olan odalar da mevcut ama onlar için bir 100€ filan daha fazla vermek gerekiyor ki onlardan hiç birini ben gezmedim. Kendi banyosu ve tuvaleti olanlara ise stüdyo daire diyorlar, aylık 400-500€ civarı bi tane bulunabilir sanırsam ama bütün bursu oraya yatırmaya hiç gerek yok.

Öğleden sonra boynumuzu bükmüş şekilde ev bulma kurumumuza geri döndük, boynumu bükmüş şekilde oturup belki telefonu açarlar diye aramaya devam ederken görevli teyze gelip bize listeye bir ev daha eklendiğini söyledi. Gittik baktık, diğer gördüklerimden sonra bana oldukça şirin gözüktü, alt tarafı 5 ay burdayız çok da kasmaya gerek yok diye düşünüp tutarım herhalde dedim. Biz 1-2 saate geliriz diyip ayrıldık. Arada görmek istediğim bir oda daha vardı ama oğlan şehirde değilim, 7 de tekrar arayın diyince keyfim kaçtı, burası da kaçar belki diyip tuttum. Işte öncesi veee sonrası..



Ev sahibi alt katta yaşıyor bu arada. Kendisi ingilizce konuştuğunu sanıyor ama 2 kelimeden fazlasını biliyorsa ben ne olayım. Zira birlikte gittiğim arkadaş ben olmasam anlaşamayacağını zira hiç bir kelimeyi anlamadığını söyledi. Ben de teyzenin dutch değil de almanca konultuğuna inanıyorum, ya da iki dil inanılmaz bir şekilde benziyor, 10 sene öncesinden hafızada kalanlarla biraz da hayal gücümü kullanarak çok rahat tamamlamayı başardım.. Muhteşemim ne diyim :P (Ben konuşabiliyor muyum? Tabi ki, HAYIR)

Cumartesi carrefour a gidip alışveriş yaptık; temizlik zımbırtıları, belli başlı abur cuburlar, krem vs şeklinde. Deniz her şeyin en ucunu bulmam konusunda inanılmaz yardım etti, tercüme hizmetini de unutmamalı :o Akşam film izledik ama her zamanki gibi sonunu göremeden sızdım. Pazar öğleden sonra da eşyalarımı yeni yuvama attılar, günün geri kalanında yerleştim işte bu kadar :P

Selam'in Hello

3. blog katletme çalışmama hoşgeldiniz. Diğerlerinden farklı olarak broadcast olacak çalışmamda yorumlarınız beklenmektedir :) Haydi bakalım rastgele....