RSS

Porto

Prag'a kaldığım yerden devam edeceğim ama bu sefer unutmadan yazmak istedim. Cumayı da içine katarak haftasonu küçük bir kaçamak yaparak Porto'ya gittik. Bu sefer Ryanair ile uçuyoruz, onlara sorarsanız Brüksel'in güneyindeki havalimanını kullanıyorlar ama biraz daha gitseniz Fransa sınırındasınız. Ülkeyi baştan başa geçmenin 3 saat sürmediğini düşünürsek 1 saatlik yol epey bir mesafe aslında.

Neyse, uçağımıza bindik. Yalnız bu sefer alışkın olduğumuz gibi check-in yapınca koltuk numarası falan vermiyorlar, otobüs gibi, erken gelen oturur prensibi hakim. 2 saat X dakkalık bir uçus sonunda Porto'ya varıyoruz. Otele ulaşmak pek kolay, uzun zamandır ilk kez havalimanına metro var. Şehrin tam göbeğinde (o an bilmiyoruz tabi) kalacağız. CS'e nooldu diye sorunlar olursa: Kerem biraz huysuz olduğu için tanımadığım insanlarla kalmam dedi, biz de tam turist kadrosuna geçtik böylece.

Otele eşyaları atıp Vasco ile buluşacaktık, ama biz şehre inene kadar çocuk meydana geldiğinden dolayı önce onu toplayıp sonra otele yerleşiyoruz. Biz zerre kadar "ne yaparız", "ne görürüz" diye düşünmediğimizden planı Vasco'ya bıraktık. İlk hedefimiz üniversite, arkadasşları müzik çalıp içiyorlarmış, bizi de davet etti. Bateri, akordiyon, gitar ve çöp kutusu ile şişeler eşliğinde gençler eğleniyordu. Biri ortaya çıkıp şarkı söylüyor, orkestra doğaçlama olarak ona eşlik ediyorlardı. Canlı müzik kültürüne uzak kalmış bünyeler için oldukça faideli bir eser.

Üniden sonra tekrar merkeze döndük. Daniela gelene kadar garın etrafında ufak bir tur attık, buluşur buluşmaz da yemek yemeğe gittik. Menü de Francesinha var, bir nevi Portekiz dast-foodu. Tostu andırıyor ama içinde ham, biftek, sucuk (linguiça), sosis var. Üstüne de kaşarı eritip bira, hardal, brandy ve deniz ürünlerinden oluşan bir sos döktümü tamamdır. Daha önce de reklamını duymuştum, ağır olur da demişlerdi ama inanmamıştım. Şahsi kanaatim kam bir kolestrol ve kalori bombası olduğu, baharat da yerken biraz yakıyor ama sonra verdiği susuzluk hissi bin basar.

Yemekten sonra gençler bize şehri tanıttılar, yarın şunu şunu yapabilirsiniz dediler. E tabi arada yediklerimizi sindirmek için bir kahve de şart. Yürürken bir ara da favaito (tatlı şarabımsı bir içki, mayalanma sürecini yarıda kesip alkol koyuyorlarmış) içtik.



Ertesi gün kendimizi rastgele yollara vurduk. Önce biraz alışveriş, sonra eski şehir merkezi, nehirde bir gezinti derken midemizin gurultusunu takip ederekten nehir kenarında bir lokantaya oturduk, birer balık yedik. Ponte Dom Luis I in altından karşıya geçip, biraz sahilde keyif yapıp, sonra tepeye tırmanıp, güneş batana kadar oyalanıp üstünden geri döndük. Gecede bir önceki gün arkadaşların gösterdiği Jazz&Blues barına müzik dinlemeye gittik.

Veeee... Derken son günümüze de geldik. Uçağa kadar fazla bir vaktimiz yok, 3 gibi şehir merkezinden ayrılmamız gerekiyor o yüzden biraz yürüyelim, en yakın metroya atlar gideriz dedik. Hedefimiz: Casa da Musica (meali konser salonu). Adamlar baya eğlenceli, rengarek ve interaktif yapmışlar. Giriş katında elektro klavye bağlı bir sürü Mac, üst katta akustik hesapları yapan bir tomar Mac daha, rengarek koridorlar, şeffaf duvarlı bir salon, vs.. Epey bir eğlendik kendi çapımızda



Yakın çevredeki alışveriş merkezlerine bakalım diye giderken gözümüze minik bir lokanta ilişti, hafif esnaf lokantasını andıran. Baktık fiyatlar güzel, çeşit zengin, içerde de tonla yerel insan var, girelim dedik. Kerem turist menusu bana anca yeter dedi, ben de o zaman biftek yerim dedim ve dünyanın yemeğini bir süre sonra masamızda bulduk. Kerem'e iki kişilik yemek, bana da küçük bir dana verdiler diyebilirim. Çatlayacağımız noktaya kadar yiyip, artanı paket yaptırıp yoldaki evsiz adama verdik artık :)



Gelelim Türkiye ile Portekiz'in benzerliklerine:

1. İnsanları alıp bir ülkeden diğerine koysanız kimse turist olduklarından şüphelenmez. Zaten bizle Portekizce konuşan, oranın yerlisine benzetip adres soran insan sayısı hiç de azımsanacak değil.
2. Güya EU da iç organ yemek yasak (ya da bizim kokoreçle bir alıp veremedikleri var), ama adamların işkembeden yapılmış yemekleri var.
3. Sokakta kestane kebap satıyorlar (afiyetle de yedik)
4. Sokak kedileri ve köpekleri
5. Nehre atlayan beyaz donlu çocukları da unutmayalım
6. Balkonda asılı kilimler
7. Boğaza nazır gecekondular

Son olarak da hakkaten ucuz memleket.

Prag (26-31 Ağustos)

Taa haziran da biletimi aldım, heyecanla bekliyorum Prag'ı, zira methini çok duydum. Musa'yı da "gel buluşalım" diye kandırmaya da çok uğraştım ama başaramadım açıkcası.

Yolculuğun ters gideceği başından belli imiş de ben anlamamışım. Ben uçağa binmeye beklerken 1 saat rötar yazısını panoda gördüm. Kerem'e dedim benim hosta haber ver, adam boşuna beklemesin. 1 saat geçti, bu sefer de hoop 2 saat rötara döndü pano. Zaten 3 saattir havalimanındayım, her yer de kapanmaya başlıyor olacak iş mi. Akşam 10 da varmayı planlarken varış saati oldu 12. Bir yandan da umarım bu adamların ulaşım araçları gece yarısı da calışıyordur diye düşünüyorum. Allahtan kafa çalışıyor, elimde metro ve şehir haritası var, bir şekil gideriz dedim. Uzun bekleyişin sonunda uçak gelmeyi başardı da ben de gezime başlayabildim.

Gereksiz detaylara burda son verip Prag'a geçeceğim. İlk izlenimim gayet olumlu. Güzel bir hava, eski binalar, nehir, kale, güzel yemekler ve her şey deli gibi ucuz. Tek yadırgadığım şey uzun süredir konuşulan dile dair tek kelime bile bilmediğim bir yerde olmamamdı herhalde. 3 gün yeter mi yetmez mi diye düşünüp, arkadaş "mümkün değil" deyince 5 gün kalmaya karar verdimdi ama ilk gün nerdeyse şehrin tamamını dolaştım denebilir.

Sabah erkenden evden çıkıp önce old town'u dolaştım, Manes Bridge'i geçerek kaleye tırmanmaya başladım. Kale oldukça büyük, dolaşmaya başlıyorsunuz, bir bakmışsınız saatler geçmiş. Kilise, şehrin tarihini anlatan sergi, minnacık evlerin olduğu altın yol, resim galerisi diye devam ediyor. Akşamları klasik müzik konseri de izlemek mümkünmüş, sağda solda ilanlara baktıkça Alev'in kulakları çınlamıştır herhalde.



Bu arada Prag'da da öğrenci indirimi 26 yaşına kadar geçerli ama öğrenci kimliğinizi gösterdi mi kimse yaşınızı sormuyor. Bütün müzeleri hiç çaktırmadan gezdim ben de.

Kaleden çıkıp, bu sefer merdivenlerden Charles Bridge e doğru ilerledim. İki ucunda birer kule olan, araç trafiğine tıkalı, üzerinde ressamların, takıcıların ve daha aklınıza gelen her türlü sanatçının takıldığ turistik bir mekan.



Akşam olunca hostumla buluştum, Brezilyalı bir grup arkadaşıyla birlikte önce adını yazmayı başaramayacağım bir parkta, sonra da bir rock barda eğlendik. Ertesi sabah birlikte kahvalti yaparız diye bekliyordum ama sabah 11 sularında karnımın gurultusuna daha fazla dayanamayıp kendimi sokaklara attım. İyiki de öyle yapmışım zira bu latin arkadaşlar öğleden sonraya kadar uyuma yetisine sahiplermiş.

İkinci günü de New Town, sonrasında ulusal müze, ve rastgele ara sokaklarda gezinerek geçirdikten sonra akşam CS meeting i için parka geri döndüm. Prag epey populer bir yermiş, dünyanın her yerinden insan vardı toplantıda.


.....

Devami yakında :)

Lausanne

Genelde olayları bir kaç hafta sonra yazmayı başardığım için doğru tarihlerinde post ederdim, ama bu sefer o kadar geriden geliyorum ki şimdiki zamana yazıp doğru tarihleri vermekle yetineceğim.

Oturma iznini beklemekle geçen aylar, üzerine tr gezisi derken ilk yurt dışı gezimizi 17 Temmuz itibari ile Lozan'a yapmayı başardık. Daha önce defalarca dediğim üzere, burası güzel memleket, elinizi çabuk tutarsanız her yere ucuza bilet bulmak mümkün.

Efendim gezimizin anlam ve de önemi Onurcemleri ziyaret etmek.. Gençlerimiz evlendi evlenmeye de ev tutmayı başarmaları biraz uzun sürdü. Ama sonuç oldukça başarılı, müstakilden hallice bir ev, kocaman bir bahçe, bahçenin köşesinden de doğru açıyla baktı mı gölü görmek mümkün. Buraya daha sonra tekrar değineceğim.



Baştan almak gerekirse: uçağımıza atladık, kafayı yana çevirmemle dibimde motoru görmem bir oldu. Tamam gördüğüm en küçük uçak olma ünvanını almıştı zaten ama yıllardır kanadın üstünde yolculuk eden bünyem gördüğü manzarayı yadırgıyor. "Ucuz havayollarıyla seyahat edersen olacağı bu" diyen arkadaşlar için bunun THY ye eş, tarifeli biruçak olduğunu belirtmek isterim. Neyse 1 saat 20dk lık kısa bir uçuş sonunda Cenvere'ye vardık, burdan Lozan'a trenle geçiyoruz..

Gezi boyunca en çok dalga geçtiğimiz olay Kerem'in havanın içine etmesi olduğuna değinmeden geçmemek lazım. Haftalardır günlük güneşlik ve 30 derece olan Lozan da nedense 3 gün boyunca sağanak yağmur yağdı. Kendisi her ne kadar reddetse de gerek diğer gezileri gerekse daha önceki Lozan çıkartmalarının hiç birinde gölün karşısındaki kocaman dağı görmeyi başaramamış olması onu bir numaralı zanlı yapıyor. (İnşallah kışın kayağa gittiğimizde de tipiye yakalanmayız sayesinde)

Durum böyle olunca ilk gün mangal planları yalan olduğundan şehri dolaşmaya çıktık. Yanıma o gün kamera almayı akıl edemediğimden dolayı bir tane bile gece fotoğrafım yok yanarım yanarım ona yanarım.



İkinci gün Montreaux'a gidelim dedik, hazırda da caz festivali var. Muhteşem havadan dolayı şehir bomboştu, Onur'un geçen sene millete omuz ata ata anca ilerleyebildiğini iddia ettiği sokaklarda biz elimizi kolmuzu sallaya sallaya dolaştık. Konser, sokak sanatçısı falan hak getire. Ama bakın yolda uyanık gençlerimizin başına neler geldi.

Öncelikle bu İsviçre denilen memlekette tren biletleri çok pahalı. 40dk lık yola 20€ falan istiyorlar, hatta ben Zürih'e Seda'yı ziyarete gideyim dedim 100€ yu geçtiğinden (Belçika'dan gidip gelmek daha ucuz valla) kısmet olmadı falan. Oranın yerlisi de 1/2 indirim kartlarını kullanıyor. Nihal'e de gelince almışlar, geçici kartın süresi bitmeden aslı gelmiş, birini biz kullanırız o zaman dedik bileti aldık. Onur'un dediği trende bilet kontrolü var ama kimlik kontrolu yok.

Neyse kondüktör abla geldi, biletlere baktı bana kimlik sorası tuttu. Valla billa gene kerem'in cenabetliği, iki de iki. Ben dedim yok. Teyze saymaya başladı, ehliyet, cık, kredi kartı cık, ne derse cık.. Sanşımıza mı diyim artık ne diyim abla ingilizce bilmiyor, ben fransızca anladığımı çaktırmıyorum, onur arada tercüme yapıyor gibi ama aslında salağa yatıyor. Sonunda kadının kafasını karıştırmayı başardık, bi dk dedi gitti, ben de o arada yanımda ismim yazan ne varsa kaldırdım kaldırmasına ama biz Montrö'ye geldik kadın geri gelmedi. Indik beklemeye başladık, kaçmasına kaçalım diye düşünsek de 1/2 kartı kadında olduğundan sahibini öyle ya da böyle bulur. Artık cezayı kırışırız naapalım diye düşünüyorduk ki, abla bir daha kimliksiz binmeyin diyip indirim kartını yırttı, bizi de serbest bıraktı.


Başka ne yaptın derseniz. Günler sonra havanın açmasını fırsat bilerek mangalımızı yaptık. Bisikletle dolaştık, göle gittik kayığa bindik, parkta oynadık, öğlenlere kadar uyuyup bol bol dinlendik.. IKEA sız da olmaz tabi :) 6 gün sonunda da yuvamıza döndük.

Firefox

Espirili adamlar vesselam, sayfalarımı geri açamadılar diye pek üzüldüler. Gördüğüm en iyi hata mesajlarından biri sanırsam, tekrar nasıl yaparım bilmiyorum ama :)

Yenilendik

Nasıl olmuş söyleyin bakalım :)

Walibi

Disneylandımız yok ama dibimizde eğlence Walibi parkımız var. Bu cumartesi sonunda kendisine gitmeyi başardım :) Günün 6 saatini orda geçirmemize rağmen nedense 1 saat sırada bekle, 1dk roller coaster da oyna şeklinde günü iç etmeyi başardık. Oyuncakları beğendiğim sırayla videyolar aşağıdadır.

1.Vampire


2.Cobra


3.Loup Garou

Bring Your Own Lane

Aksam gorulmeyen bisikletler icin muhtesem bir tasarim yapmislar. Bisiklet yolu olmayan yerlerde selenin arkasina takilan bir isikla kendi seridini olusturabiliyorsunuz. Muhtesem gozukmuyor mu ama?


Ayrintili bilgi icin: http://www.h2ovisions.com/smart-design/byol-bring-your-own-lane/

Kopuk banyosu

Gunes Kremi

Bugun Pinar sayesinde 70 faktor gunes kreminin varligini ogrendikten sonra bakalim adamlar baska neler yapmis diye neutrogena nin sayfasina gittim. Yillar once farketseydim yazlari hayatimi kurtaracak ve zenciye donmemi engelleyecek urunu gururla sunarim. SPF 100+ :) Herkesin beyaz oldugu bir ulkede eczaneye gidip bundan istersem ne gibi bir tepki vereceklerini merak etmekteyim.



Incelemek isteyen baska ruh hastasi arkadaslarim varsa burdan bakabilirsiniz.

Tatil ?

Eskiden, çok değil geçen seneye kadar, bu sene hangi kuzey ülkesine gitsem diye düşünen ben artık değişiklik yaparak 3 ayda bir Türkiye ye uğrayacağım sanırsam. Allahtan artık senede 25 iş günü tatilim var da hala daha turistik aktivitelere zaman kalabiliyor.

Neyse gittim, gördüm, koşturdum geldim diye özetleyebiliriz sanırsam. Öğlen 2 de okuldan çıkarak başlayan yolculuğum sırasıyla Antwerp, Amsterdam, İstanbul aktarmalarıyla sabah 7 sularında Ankara da son buldu. Voucher var oley ucuza gidecem derseniz 3.5 saatlik yolun ne kadar uzayabileceğini de burdan çıkarırsınız. Uyku mu? O da ne?

Bir kahvaltının ardından sosyete pazarı, biraz kestirme, apar topar kuaför üstü öncelikli geliş sebebim olan Özerin düğününe yetişebildim.


Ertesi gün uzun zamandır beklenen pazar kahvaltısı ve pideler, akabinde kuzenlerin yeni evini ziyaret, Nezo'dan taze açılmış mantılar. Özetle itinayla mide fesatı nasıl geçirilir diye yoğun bir çalışma içindeyiz.


Pazartesi hamam üstü masaj, ordan ver elini Eymir'de rakı balık, akşam da Süheyla ile buluştu mu tamamdır. Salı sabahını squash oynayarak, öğleden sonrasını şirkette çalısarak geçirdimi de tatili yarılıyoruz zaten. Acaba her şey yetişecek mi paniği başlıyor sonra da.

Çarşamba ikinci asil geliş amacımız olan Seda-i ziyaret, anneye laptop aranma derken bir gün daha uçup gidiyor. Perşembe sabahtan gene işe git, ödül olarak öğlene Quick China (bu sefer hiç resim çekilmemişiz şimdi farkettim), bölüm ziyareti ve dedikodu, akşama da n. geleneksel aile yemeği derken bir gün daha uçtu gitti.

Cuma Seda ya tekrar uğramazsam olmaz tabi, yok mudur bu işi daha çabuk halletmenin yolu, kalan arkadaşları ayak üstü görmek lazım zira akşama Alper'deyiz. İlke de geliyor bu sefer, gitmeden göremedikti çocuğu. Cumartesi çatı da kahvaltıyı da yaptık mı eve gidip otobüs saatine kadar miskinlik yapabilirim.

Bu sefer akşam 19.30 da başlayan otobüs yolculuğum sabah 10.30 sularında Brükselde noktalandı, Leuven e varana kadar gene 12.30 oldu o ayrı.

Eksik kalanlar yok mu derseniz elbetteki var. İstanbul'a uğrayıp Engin'i ve kuzenleri görecek vaktim olmadı, artık bir dahaki sefere (sıradaki düğün ne zamansa) önce orda duraklarım. Bir de Yapı Kredi'nin Atatürk Havalimanındaki lounge una giremedim içimde kaldı. Neymiş efendim platinden aşağısı kurtarmazmış, limitimi artırıp bana yeni kart göndermeyen YK ya burdan sevgilerimi iletiyorum.

2WD

Hizmette sınır tanımayan okulumuz biz işe gidip gelirken zorluk çekmeyelim diye sağolsun güzelim üniversite bisikletlerinden bir tane tahsis ediyor, bakım onarım masraflarını da karşılıyor. Özgül'ün iddiasına göre tam olarak bizim değil aslında 100 yıllığına kiralıyorlar ama zaten o kadar uzun yaşamayız.

Unutkanlığımdan bir türlü benimkinin resmini çekmeyi başaramadım ama bir önceki modellerin resmini internetten bulabildim. İnşallah çıkmaz ayın son çarşambası doğru resimle değiştiririm.


Bu arada bisikletin beklentilerimi tam olarak karşılamadığını da söylemeden geçemiycem. Kendisinin 7 vitesi var ama ilk 4 tanesini kullanmaya bile gerek yok, kağnı hızında gidiyor. Sonracıma selede benim toto loplarımın gelmesi gereken yerlerde ne hikmetse iki tane çıkıntı var, bir yandan öne doğru kayıyorum öbür taraftan kemiklerim batıyor. Gidonda da bir saçmalık var ama hala çözemedim, kolum uzun uzadıya ağırlık çalışmış gibi yoruluyor. Benim eski külüstür hiç de fena değilmiş aslında ama bu daha havalı :))

Redecoration

Haftaya Sanem geliyor malum hazırlık yapmak lazım, yatak yorgan hazır da tahmin edeceğiniz üzere çarşaf ve yatak takımı namevcut. Ben de bunu bahane ederek IKEA ya bir gideyim, hem İsveç köftemi yiyeyim, hem de alışveriş yapayım dedim. Eski çarşaflar makineye, yenileri hooop benim yatağa. Yakışmışlar di mi?

Free as a bird

Aylardır beklediğimiz an sonunda geldi. Hapis kaldık buralarda, vizenin de tarihi doldu diye söylenirken dün sonunda posta kutusundan kimliklerin şifreleri çıktı. Bugün de gidip alıverdim hemen oturma iznimi. Yaşasın özgürlük, artık uçak bileti bakmaya başlayabilirim haftasonları için :))

1. Decathlon çıkart(ama)ması

Sonunda decathlona gidip bakınacağım güya. Netten baktım hangilerine ulaşabilirim diye (nedense büyük mağazaları şehir içine pek koymuyorlar). Brugge deki güzel gözüktü, Kuzey Denizi kenarında, tren istasyonuna 4km, hem Kerem'in de henüz gitmediği bir şehir.

Googlemaps ten döneceğimiz yolları yazdım, 25dk lık bir yol güya. Git git bomboş bir yol üstündeyiz ama, mağaza adayı bir yer yok ortalıkta. Baktık tepe üstüne çıkan bir merdiven var, dedik çıkalım en azından sahilden yürürüz. Bizi şöyle bir manzara karşıladı.


Ucşuz bucaksız bir sahil, bu sefer de girdik çıkamıyoruz, etrafta başka köprü yok zira. Dedik ilerdeki evlerin orda kesin vardır, gidelim noolcak, nasıl olsa dükkan mükkan yok. İlerisi şimdi adını bile hatırlamadığım bir kasaba çıktı, barın tekine girip sordum nerde bizim Decathlon diye. Amca dedi "burda mı arıyorsunuz, o Brugge de". Dedim "e burası o cadde ama biz görmedik". Cevap çok manidardı:


Belçikadasınız, burda biz yolları gittikleri şehre göre adlandırıyoruz


Ben biliyorum da, google bilmiyor sagolsun. Blankenbergsesteenweg lerden tekini olması gerektiği gibi diğerini ayırarak Blankenbergse steenweg diye yazarsan öbürünü bulamazsın tabi. Biz de mal gibi yanlış yere gideriz.

Decathlon aramaktan vazgeçip günün geri kalanını Brugge de geçirmeye karar verdik mecburen. Yazımı Fransız amcanın halimize acıyıp çektiği foto ile sonlandırıyorum. İşte size o fiks kare :)

GPS her eve lazim :))

Malum bugün 1 Mayıs, diğer adıyla işçi bayramı (tatili de denebilir) doğal olarak da çalışmak yasak. Her yer kapalı olunca yapacak bir şey yok, spora da gidemiyoruz bari çıkıp biraz koşayım dedim. Hem önceki akşam içtiklerimi de yakarım süper olur mantığıyla. Güya yarım saat 45 dk koşup gelecem de sonra keremle dışarda yiyeceğiz.

Neyse ben evden çıktım, kampus içindeki yola kendimi vurdum. Bir süre sonra orman yolu bitti, dur şehrin şu tarafında orman vardı diye kendimi hiç gitmediğim yollara vurdum. Güzelim villaların yanından geçip, "vay be ne güzel evler varmış" diye salyalarımı akıtaraktan sonunda ormana ulaştım. Kocaman kocaman ve yüksek ağaçlardan gökyüzü bile gözükmeyen süper bir mekan.

Baktım bisiklet rotası tabelası var onu takip edeyim dedim, bi tane şehirler arası otobanın altından geçip bir süre sonra ona paralel gitmeye başladı yol. Hadi bakalım nerde bulcam kendimi diye bir endişe sardı beni. Kaybolmak da sorun yok, eninde sonunda eve dönerim ben de yanımda bir tek evin anahtarı var. Ne telefon, ne para ne de otobüs bileti...

Biraz uzun bir dönüş yolu olacak diye bir endişe sardı beni. Neyse ki az sonra güzide otobanın altından geçen başka bir yol bulup Leuven olduğunu tahmin ettiğim tarafa döndüm dönmesine de hala tanıdık değil etraf. Biraz sonra ilerde yüksek binalar gözüktü, dedim kesin bizim süpermarketin orası. Buralarda kolay kolay modern(?) bina bulunmuyor malum. Az daha ilerleyince baktım ki okul otobüsünün geçtiği sokak dedim tamam bu iş.

Neyse daha da uzatmaya gerek yok. Özetle benim yarım saatlik koşu oldu 1 saat 15-20dk arası bir şey. 9km lik güzargah da ektedir, siz siz olun aceleniz varken bilmediğiniz yollara girmeyin :))

Börtü Böcek



Bir sabah uyandım ki evin önündeki havuzun etrafında laleler var. Dedim kesin İ.Melih gibi bir gece yarısı operasyonu ile kondurdular. Malum bende de biraz şaşkınlık vardır, misal evin yanındaki villanın yıkıldığını yerine yenisi yapılınca anca farkettimdi, o yüzden Kerem'e sordum bunlar var mıydı diye. O da "valla ben de ilk kez gördüm" dedi...

Bu sabah gözümü açıp da palmiye ağacı yüklü kamyonu görünce ilk teorimin doğru olduğundan emin oldum. Buyrun kendi gözlerinizle de görünüz :)

Laby



Sonunda iki halkayı birbirinden ayırdım :)) Geçen gün geri taktıydım ama hiç dikkat etmediydim nerden geçtiğime.. "Kerem ya ben bunu soktumda nasıl çıkaracağımı bilmiyorum" dedikten 10sn sonra bunu yapmış olmam da ayrı bir komedi tabi...

Belçika

Uzun bir aradan sonra, nerdeyse 10 ay, sonunda üşenmeyip bir şeyler karalamam gerektiğine kanaat getirdim. Olayların doğru tarihlerde olmasını istediğimden aralara serpiştereceğim, size güveniyorum bulursunuz :)

Easter Bunny

Paskalya tatili yaklaşıyor, bölümümüz de ufak hediyelerle kutlamaya karar vermiş bayramımızı. Bu arada ben günün anlam ve de önemini bilmediğimi açık açık beyan edeyim. Hala hangi kandili niye kutladığımızı bilmeyen biri olarak Hristiyan günlerini bilmemem den normal bir şey olamaz o da ayrı.

Sabah masamızın üstünde birer Kinder süpriz yumurtası ile birer paket Milka çikolatası bulduk. Öğleden sonra da 4GB lık usb sticklerimizi aldık danışmadan. Paskalya tavşanı bizi seviyor olsa gerek.

IKEA yine yeniden

4 gün içinde 3. gidişimiz :) Ne kadar sevdiğimiz anlatılamaz herhalde. Okulda Christophe sordu: "naaptınız, taşındınız mı? sonunda" diye, dedik böyle böyle... Kerem yerde yatıyor hala, masamız yok, hiç bir kap kaçak da alamadık. Ben araba kullanmaya cesaret edemiyorum, Kerem'in ehliyeti yok, arkadaşlar da bir daha ne zaman uygun olur bilmiyoruz.

Oğlumuz ben annemlere sorayım, arabayı alabilirsek götürürüm sizi dedi, öyle de oldu netekim. Belçika standartlarında hiç normal olmayan bir yardımlaşma örneği, nasıl sevindik anlatamam. Gene hızlı bir turla, yemek masası, bundan sonra kısaca stefan diyeceğimiz sandalyeler, tabak, tencere, bardak, aklınıza ne gelirse doldurduk. Oldu mu gene 2 çekçek, koltuğa yer kalmadı, dedik sağlık olsun.


Bakınız salonun tamamlanmış hali.

Sağ ol var ol Christophe...

Dip not: Belçikalılar cimridir, kuruşun hesabını yaparlar. Arabayla ortaklaşa bir yere gidiliyorsa sadece benzin değil, arabanın yıpranma payı da paylaşılır falan.

Yerleştik sanki

Sabah kalktık, Grote Markt ta kahvaltımızı yaptık, sonra ben Denizlere valiz almaya oğlanlar eve mobilyalara başlamaya. Bir kısmını halledip, daha büyük eşyalara geçtikten sonra Kerem'den bir telefon: "Deniz tornavida da getirsene gelirken". Eşyaları topladım, Eralp ile arabaya doldurup evimize ulaştırdım.

Iyi ki iki tornavidamız var, sık sık bitmiyor bunlar. Ah be elektrikli alaydık keşke diye n. saatin sonunda söylenmeye başladık zaten. "Yok yok, ben en az 2 sene daha taşınmam burdan, bir daha uğraşılmaz bu işle" diye düşünüyorum bir yandan da. Ön kolda kas yapsan nee yapmasan ne hem. Yanarım yanarım hala montaj aşamasında fotoğraf çekmeyi akıl edemediğimize yanarım.

Ve işte sonuçlar:



Dolap olarak kullanılan kitaplığım ve Sandaldan bozma yatağım (30 küsur adımdan oluşan kılavuz eşliğinde yapılmıştır)



Keremin odası, ve ortası boş olan muhteşem yatak çerçevesi. Matın üstüne konması gereken ahşap çubuklar almak gerekiyormuş, kutu içinden çıkmıyor, ama hiçbr yerde de yazmıyor. Oğlumuz geceyi gene yerde geçirdi :)

Taşınıyoruz

Akşam 4 te emlakçıyla buluştuk, evi gezdik, etrafı kontrol edip beyaz eşyaların nasıl kullanılacağını öğrendik, elimizde mezuralarla odaların ölçüsünü aldı, vs vs... Arada Deniz'ler aradı, Toprak'ı kontrol edemiyoruz biz daha fazla IKEA da kalamayacağız diye. Aha dedik, sen o kadar uğraş emlakçıyı ikna et, ama mobilya alama. Bir hafta daha göçebe kalacağız diye panik modundayım.

Utanmadan son çare olarak İlker'i aradım. "Selam, bize şöförlük yapmak ister misin?" diye. Sağolsun kabul etti... Sonuç olarak biz IKEA ya gidene kadar saat oldu 6-6.30, ama bir önceki günden hazırlıklıyız, gittik, mobilyalarımızı seçtik, hangi koridordan alınacaklarını listeledik :) Yani hızlıcana girip bir tur ataraktan her şeyi alabiliyoruz. iki araba sepet doldurduk amaufak bir sorun var ki arabanın bagajına sığmayacak veletler, geç kaldığımız için araba da kiralayamıyoruz.

Onur, Kerem ve ilk posta mobilyalar eve doğru yola çıktılar. Ben matların gelmesini bekliyorum depodan, İlker boşaltıp geri gelecek, ikinci turu yapacağız. Bir yandan da 140x200 luk iki yatak bagaja nasıl sığar diye düşünüyoruz. IKEA sen her şeyi düşünürsün, iki tane halı ebatında rulo verdi elimize mat diye de o sorun da çözüldü. Ah be bagajda yer de kaldı, keşke yemek masasıyla sandalyeleri de alaydık diye düşünürken dükkan kapandı tabi o ayrı.



Eve geldiğimizde oğlanlar Poang leri kurmuşlar çoktan, oturcak yerimiz yok değil :) Yatakları da açtık, evimizde kalalım biz bu gece diye, Onurcemin de oteline dönmesine izin vermeyerek ilk misafirimizi ağırladık.

Home Sweet Home

5-6 ev baktıktan sonra daha uğraşmaya gerek yok diyerekten birinde karar kıldık. Okula ve merkeze yürüme 10-15dk, bisikletle 5dk mesafede, süpermarketlerin ve spor salonunun dibinde, bol camlı, güneş alan güzel bir yavrucak. Emlakçı kapanmadan koştura koştura gidip kontratı imzaladık ama hemen taşınamıyoruz, 1 Martı beklemek lazımmış, öyle uygun görmüş ev sahiplerimiz. Pztsi gelin (2si oluyor) anahtarı vereyim dedi abi, "yapma etme, eşya almamız lazım bizim, bir tek cmtsi IKEA ya gidebiliriz, arabalı arkadaş çalışıyor" diyerekten cumartesiye ikna etmeyi başardık elemanı. Özetle 1 hafta daha Deniz lerdeyiz :)

Reporting from Leuven

Pazar gunu Benligiray turizmle sabahin 5 inde havaalanina dogru baslayan yolculugumuz, Kerem beyin teşrif edip gelmesi, valizlerin teslimini takriben İsBankasi Lounge unda kahvaltiyla devam etmiştir. Ucaga bu sefer akillanip nerdeyse son binen yolcular olarak gezimizin Tr ayagini sonlandirdik. Bu arada bir onceki gün agzimi sulandiran Engin e sevgilerimi iletmeyi borç bilirim, elimize menu niyetine verdikleri tek sey kahvaltida ne yiyecegimizi bildiren kagitcikti. Hani coktan secmeli leziz menuler diye isyan bayragimi cekiyorum. Bir de kendime not: acil cikistaki koltuklar yatmiyor, niye inat ediyorsun.



Neyse 3.5 saat sonunda gezimizin Bruksel ayagi basliyor. Eralp geldi bizi topladı, eve attı. E pazar günü gezelim diye de biraz oturup dışarı çıktık. 3 tumuli denilen tepeciklere soyle bir baktık, sonra golcukler etrafında dolaşmaya gittik. Belçikanın havası görmeyeli soğumuş bu arada, geldiğimiz gün kar bilem yağdı. Yere düştüklerini göremesek de, akşam camdan bakınca fırtına var izlenimi uyanıyordu. Asıl ilginç olan nokta Toprak'ın (Denizle Eralp in velet) soğuktan titremesine, suratının kıpkırmızı olmasına rağmen oyun alanından ayrılmak istememesi ama. Azme hayran olmamak elde değil.



4 gündür ne yaptınız derseniz: Pztsi üniversiteye kaydolduk, bölüme girip çıkabilmemiz için kimlik kartlarını aktive ettirmek ve bölümden email hesabı almak için bölüme geldik.. Bir baktık ki dönem başlıyor yaşasın resepsiyonu varmış, dediler kimseyi bulamazsınız, gelin siz için. :) E madem durum öyle, bir belçika biralarıyla da hasret gidereyim dedim ben de. Salı sabahtan kalan işleri hallettik, ve ev bakınmaya başladık. Sağolsun adamlar yurtlarda temporary housing size olmaz, buyrun özel sektor listesi diye elimize tutuşturdular. Azimle biz apartman ya da ev istiyoruz diyoruz, studio tutun daha ucuz olur diyorlar (listede o doğrultuda zaten)... Zekiler ya 2 ayrı odaya ihtiyacımız olduğunu idrak edemediler. Neyse durum öyle olunca biz de netten bakalım dedik. Buranın emlakçıları da bir cins, öğleden sonra çalışmazlar, biz şunu beğendik görmek istiyoruz dersin 2 gün sonraya randevu verirler falan. Şu ana kadar 5 ev görmeyi başardık, 1 saat içinde 6.ya bakmaya gideceğiz. Ama büyük ihtimalle dün beğendiğimiz iki evden birini tutacağız. 8 gün içinde zaten "biz geldik" diye kaydolmamız lazım, ama o da adressiz olmuyor. Dün gittik 8 gün şart değil dediler ama geç gidersek de nerde kaldınız deme ihtimalleri var tabi, gavur bunlar belli olmaz. Zaten ev sahiplerimize de çok yük olmamak lazım :p

Bütün gün bir o tarafa bir bu tarafa yürümekten başka bir şey yapmıyoruz sizin anlayacağınız. Hatta artık yürümekten de vaz geçtik, mümkün olduğunca beleşe verdikleri otobüs biletinden faydalanıyoruz. Pazar konferans başlıyor, o kadar çok sürtcek vaktimiz olamayacak ama ev bulursak taşıtacak bir sürü insan olacak en azından.

Hala burdaki cep telefonu hattım ve banka hesabım duruyormuş, ona sevindim bi de