Evet efendim, yazımıza kısa bir hatırlatma ile başlayalım. Paris'e gitme sebebim Lars'ın doğumgünü olması ve benim geleceğime dair söz vermemdir. Yoksa kesinlikle mazoşist ya da ruh hastası olmadığımı belirtmek isterim.
Kendimce bu geziye fazlasıyla hazırdım ama. İlk önce Yann'ın hastanesinden ödünç almayı planladığımız tekerlekli sandalyeden vazgeçip, fransızlarımızın el birliğiyle tekerli sandalyem çoktan kiralanmıştı. "Ne kadar zor olabilir ki?" diye düşündüm, bütün gün oturcaktım alt tarafı... Yerinde sabit durma özürlü bir insan için çok kolay olmasa da rahat olmalıydı. Ama yanılmışım.
Buluşacağımız gruptan Paris'e ilk varan bendim. Normal şartlarda sokaklarda dolaşmak ve çılgın gibi fotoğraf çekmem gerekirken, ben zıplaya zıplaya Marie'nin evinin yolunu tuttum. Neyine lazım gezmek senin, kır kıçını otur diye düşünüyorum tabi bi yandan da. Tekerlekli sandalyem ise benden biraz sonra, ertesi sabah, aynı eve ulaşacak. Lars'lar evde asansör var diye host değiştirmeyi teklif etseler de kabul etmedim.
Neyse, akşam oldu Marie scooterla beni Bertrand'a bıraktı, vs.. Eleman akşam arkadaşlarıyla buluşcakmış, olur gidelim dedim. Gidiş metroyu yakalamayı başardığımızdan dolayı çok kolaydı, gel gör ki dönüş son metroyu kaçırmamızdan dolayı işkenceye dönüştü. Bizim eleman ev yakın dedi ya, yürürüz dedik :)
Tabi 10 dk sonra, aldığımız yola da bakaraktan sandığımızdan uzun süreceğini anlamamız çok uzun sürmedi. Bu arada yolda bir taksi durağını da geçmiş bulunduk. Medeni memleket ya, öyle elini sallayıp, her yoldan geçene atlayıp gidemiyorsun!! Neyse, ilerde bir tane daha vardır elbet diye düşündük ama git babam git yok... Tabi bu arada zıplamaktan kan ter içinde kalan ben soyunmuş askılıyla gezinirken, çocukcağız montuna sarılmış tir tir titriyor. (Kazak ve deri montla o kadar üşümeyi nasıl başardı o ayrı bir soru ama) Dedim "sen git, ben yavaş yavaş gelirim", bir türlü kabul ettiremedim. Doğal olarak eve varmamız bir saati rahat bulmuştur.
Ertesi gün büyük gün, sandalyemle buluşcam.. Ve kendisine tam olarak Concorde da kavuştum. Gezinin ayrıntılarını zaten önceki yazımda yazdığımdan burda tekrar değinmeyeceğim. Gelelim Paris le ilgili 180 derece değişen fikirlerime:
Sözde modern geçinen bu insanların nerdeyse hiç bir istasyonunda asansör olmadığı yetmezmiş gibi yürüyen merdiven bile lükse kaçıyor. Olanlar da ya calışmıyor ya da sadece yukarı doğru, sanki asağı inmek cok kolay ya! Zaten 10 trenden biri calışırken metroya binmek ise ayri bir maharet gerektiriyor. Nispeten bos bir şey gelecek de kendinizi atacaksınız, sandalyeye yer bulacaksınız (insanlarin yer vermesini ise hic ama hic beklemeyin). Türklere çamur atanlar bir dönüp kendilerine baksınlar açıkcası. Yardim etmelerini beklemesem de yoldan çekilmek yerine sandalyenin onlara yol vermesini ya da yolunu degistirmesini bekleyen garip insanlar hiç de azinlikta degiller. Kaldirimlar çok dar, engelli ve engebeli, yola iniş kısımları uçmanızı gerektirecek kadar yuksek.
Sonuç olarak üç günün sonunda herkes hastabakıcılık konusunda epey uzmanlaştı. Yann ların evine giderken treni kaçırdığımızda sırayla sandalyeye oturup artistik hareketler sergilendi. Bana gelince soğuktan kıçım dondu... Kolay kolay beni kazak üstü polar, onun da üstüne yağmurluk giymiş, bereyi de takıp kaplumbağa gibi büzüşmüş göremezsiniz hani. Hele de normalde tshirtle gezinebileceğim bir havada :))
Leuven'e dönüp yuvama geri kavuştuğumda kaç gün odamdan çıkmasam açlıktan ölürüm acaba diye düşünmedim değil. Zira parmağımı oynatacak halim bile kalmamıştı, allahtan bir gün sonra güzel mor alçıma kavuştum da bu işkence bitti.
skip to main |
skip to sidebar