Bildiğiniz üzere cimriliğim yüzünden yolu uzatmam sebebiyle gece 2 otobüsyle İstanbula doğru yola çıkıp, 10 civarı Atatürk Havalimanına varmayı başardım (Sabah trafiği malum) Erkenden postu işbankası lounge una atmak ve yiyip içmek gibi fantezilerim vardı ama kazın ayağı gözüktüğü gibi olmuyor maalesef her zaman. Sevgili KLM bankoyu 12.15 te açtığından bana göre uzun bir süre beklemek zorunda kaldım. (Benden sonra geleceklere tavsiye 5 varanıyla da rahat yetişilir, servis vermiyo adamlar uçağa binseniz de aynı paraya gelinir)
Havalimanı
Tahmin edileceği üzere kargalardan önce sıraya giren bir insan olarak check-in de ilk sıradaydım. Tam olarak aksiliklerin başladığı yer de denebilir. Daha önce takriben 3 saatimi telefon başında geçirerek KLM ye sorduğum üzere bir laptop çantası + 10kg kabin bagajı hakkım vardı. Ama ordaki görevlinin iddiası üzerine kabine sadece 1 parça alabilirmişim, ayrıca hepimizde olan laptop çantası da laptop çantası değilmiş, yandan sallanması lazımmış. (Şekilcilik diye buna diyoruz) Sonuç olarak apar topar laptopumu dağcı çantama atıp kendisini kabin bagajı diye yutturmayı başardım (birazda dırdırın yardımıyla tabi ki) Kalan bütün elektroniklerim de o teleaşta çıkarmayı unuttuğumdan tangur tungur bagajda geldiler. Sonuç: optik mouse bile çalışıyor ama telefonun şarj aletinin bir bacağı kopmuş!
Pasaport kontrolünü de atlattıktan sonra sırada beklerken tanıştığım Avustralyalı amcalarla birlikte gözümde tüten işbankası loungeuna sonunda ulaştım. Guruldamakta olan midemi susturduktan sonra Baileysleri yuvarlayıp kalan vaktimi geçirdim. Tabi yolun geri kalanı için bir kaç sandwich ve meyveyi çantama atmayı da ihmal etmedim.
Uçuş
Sanırsam küçük uçaklar gürültülü olmaya başalmış ya da son uçtuğumdan beri KLM nin kalitesinde düşüş var. Yol boyunca kafamı ütüleyen Pegasusun aksine sadece kalkış ve inişte olan sesin sebebi kanada yakın oturuyor olmam da olabilir tabi. Gene de uçakta yastık ve battaniye olmaması ve yemek diye soğuk bir makarna (salata sanıyodu kendini) vermeleri bence kabul edilebilir değildi. Baileysin ve önceki yorgunluğumun etkisiyle olacak ki yolun büyük bir çoğunluğunda uyuduğumdan bu kısma ait fazla bir anım yok.
Amsterdam
Benim için en heycanlı kısma geldik :) Zira Belçika + 1 transit schengen olan vizemle (ki transit havaalanından çıkşı yasaklar genelde) ülkeye girip giremeyeceğim büyük bir merak ve endişe konusuydu. Ama sevgili Dutch amcalar güler bir suratla ve hiç bir soru sormadan beni memleketlerine kabul ettiler.
Geçmeden eklemem gereken ufak bir nokta daha var. Amsterdamdan tekilamı alıp belçikaya öyle devam etmek istiyordum ama Schiphol den başka bir yere uçuşunuz yoksa alışveriş yapamıyormuşunuz, ama ben geldim hayvanım ordan da alcam burdan da gibi bahaneler işe yaramıyor yani. Sonuç olarak tekilasız kaldım buralarda. (Zaten çarpıyo beni :P )
Leyla için olan kısma gelelim. Tren istasyonu valizi alıp gümrükten de geçtikten sonra bir yerlerde, zaten danışmaya sorunca hemen gösteriyor. E-ticketi gösterince tren bileti veriyolar. Bizim bilette yazandan yarım saat önce de aynı yere giden bir tren var ona atlayabiliyorsun, daha az beklemiş olursun. Sonrasında 1. sınıfta güzel rahat bir yolculuk seni bekliyor.
İnmem gereken Antwerpen istasyonu ama karanlık ve allahın dağına benzeyen bir yer olduğundan kalayım ben burda, Brüksele kadar kondukör gelmezse devam ederim, ordan aktarırım dedim. Ama daha bir sonraki durağa gelemeden amcalar belirdi, allahan ingilizce biliyorlardı da derdimi anlatabildim. Ben o istasyondan korktum, Leuvene gitmek istiyorum, siz bilet kesseniz olur mu diyince "tamam" dediler. Yalnız normal şartlarda ilk bileti kontrol edecek adama bunu demek lazımmış, cezası varmış ama çok şirin olduğumdan mıdır nedir bana kesmediler :) Sonrasinda Brussel Nord da inip, peron değiştirince 1dk bile beklemeden Leuven treni geliyor, 15-20 dk sonra ilk istasyonda da iniyorsun zaten.
Leuven
İnince Deniz'i aradım, "sanırsam ben geldim" diye.. Sırıtarak geldi beni topladı istasyonunun önünden. Ben görmeyeli velet yapmışlar, sağolsun sevgili kuzenim bir şey demediydi. Yaratık ve sonraki 3 gecemi geçirdiğim sevgili koltuğum aha budur.
Cuma günü evden çıkıp kısa bir kampüs turu yaptıktan sonra şehir merkezine yöneldim. Başını sokacak yer bulabilesin diye "International Hosuing Service" diye bir hizmetleri var. Ordaki teyze bana 5 aylık odasını kiralamak isteyen insanların ve değişim öğrencilerinin bir listesini verdi. Tabi okul açılmadan 1 hafta önce gittiğim için liste oldukça kısaydı. Çok azı da benim önceden belirlediğim 200-250€ aralığındaydılar. Adamların telefonundan beleşe numaraları arayp randevu alabilirsonuz ama benim aradıklarım ya açmadılar, ya da kusura bakmayın tutuldu dediler. Orda bizim okuldan giden diğer kızla karşılaştım, onun 1-2 randevusu varmış onlara gittim ama hiçbirini beğenmedik açıkcası.
Şimdi evlerle ilgili biraz bilgi vereyim. Bu adamlar tuvaletle banyoyu aynı yere koymuyorlar, tuvalet dediğinse bir kişinin anca ayakta durabileceği genişlikte bir yer, ayna ve lavabo ise tuvalette yok. Öğrenciler için durum biraz daha kötü, banyoyu ve tuvaleti ortaklaşa kullanıyorsun, kiraladığın içinde lavabosu olan bir tane oda oluyor. Içinde kendi mutfakçığı ve buzdolabı olan odalar da mevcut ama onlar için bir 100€ filan daha fazla vermek gerekiyor ki onlardan hiç birini ben gezmedim. Kendi banyosu ve tuvaleti olanlara ise stüdyo daire diyorlar, aylık 400-500€ civarı bi tane bulunabilir sanırsam ama bütün bursu oraya yatırmaya hiç gerek yok.
Öğleden sonra boynumuzu bükmüş şekilde ev bulma kurumumuza geri döndük, boynumu bükmüş şekilde oturup belki telefonu açarlar diye aramaya devam ederken görevli teyze gelip bize listeye bir ev daha eklendiğini söyledi. Gittik baktık, diğer gördüklerimden sonra bana oldukça şirin gözüktü, alt tarafı 5 ay burdayız çok da kasmaya gerek yok diye düşünüp tutarım herhalde dedim. Biz 1-2 saate geliriz diyip ayrıldık. Arada görmek istediğim bir oda daha vardı ama oğlan şehirde değilim, 7 de tekrar arayın diyince keyfim kaçtı, burası da kaçar belki diyip tuttum. Işte öncesi veee sonrası..
Ev sahibi alt katta yaşıyor bu arada. Kendisi ingilizce konuştuğunu sanıyor ama 2 kelimeden fazlasını biliyorsa ben ne olayım. Zira birlikte gittiğim arkadaş ben olmasam anlaşamayacağını zira hiç bir kelimeyi anlamadığını söyledi. Ben de teyzenin dutch değil de almanca konultuğuna inanıyorum, ya da iki dil inanılmaz bir şekilde benziyor, 10 sene öncesinden hafızada kalanlarla biraz da hayal gücümü kullanarak çok rahat tamamlamayı başardım.. Muhteşemim ne diyim :P (Ben konuşabiliyor muyum? Tabi ki, HAYIR)
Cumartesi carrefour a gidip alışveriş yaptık; temizlik zımbırtıları, belli başlı abur cuburlar, krem vs şeklinde. Deniz her şeyin en ucunu bulmam konusunda inanılmaz yardım etti, tercüme hizmetini de unutmamalı :o Akşam film izledik ama her zamanki gibi sonunu göremeden sızdım. Pazar öğleden sonra da eşyalarımı yeni yuvama attılar, günün geri kalanında yerleştim işte bu kadar :P
skip to main |
skip to sidebar
1 yorum:
Biraz geç de olsa blogunu keşfettim.. baştan sona da okudum. Üstüne yetinmeyip GReader a ve Blogroll uma ekledim. Keyifle takip edeceğim. Ank dan sevgilerimle:)
Yorum Gönder